19 Temmuz 2010 Pazartesi

İşyeri Komiteleri ve Sınıf Mücadelesi


Utku Kızılok

Sınıf mücadelesi asla düz bir çizgi üzerinde gelişerek yol almaz. İşçi sınıfının örgütlülük ve hazırlık düzeyine bağlı olarak, sınıf mücadelesinin temposu değişir; siyasal iktidarın fethine giden devrimci durumların ortaya çıkması mümkün olabileceği gibi, gericiliğin galebe çaldığı ve mücadelenin diplerde seyrettiği karanlık bir dönemin içine de yuvarlanılabilir. Burada, işçi sendikalarının militan bir mücadele yürütüp yürütmedikleri, işçilerin doğrudan inisiyatif alarak işyeri/fabrika temelli taban örgütlerini yaratıp yaratmadıkları, daha da önemlisi, işçi sınıfının güncel istemlerini proleter iktidar mücadelesine bağlayan, böylece kitleleri geçiş talepleri etrafında kapitalizme karşı seferber eden devrimci bir partinin varolup olmaması işçi sınıfı mücadelesi açısından belirleyicidir.

Bu temel unsurların hayat bulduğu dönemlere işçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesi damgasını basar. Ancak dünyadaki işçi sınıfı mücadelesi bugün böyle bir düzeyde değildir. Buna karşın, tarihsel önemde bir dönemden geçtiğimizi vurgulamak gerek: Kapitalizm çok önemli bir sistem krizinin içine yuvarlanmış durumdadır. Emperyalist savaş ve ekonomik kriz, işçi-emekçi kitlelerin üzerine veba gibi çökmüş bulunuyor. Daha düne kadar, sosyalizme kara çalma eşliğinde yürütülen “ebedi kapitalizm” propaganda balonu patlamıştır ve kapitalizm, işçi ve yoksul kitleler nezdinde inandırıcılığını yitirmeye başlamıştır. Emperyalist savaş ve derinleşen ekonomik kriz, dünyanın her köşesinde işçi-emekçi sınıfları kapitalizme karşı mücadele etmeye zorluyor.

Uluslararası işçi sınıfı krize karşı mücadeleye henüz hazırlıklı durumda değildir. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de sendikalar bürokrasinin sultası altındadır ve bu nedenle de mücadeleden uzak tutulmaktadırlar. Sendikaların başına çöreklenmiş bürokratlar, işten atılan, açlık ve sefalete sürüklenen ve kapitalizme karşı öfke besleyen kitleleri yatıştırma ve yükselen mücadeleyi düzen içi kanallara akıtma rolünü üstlenmektedirler. Bu nedenle işçi sınıfının devrimci öncüsünü, açılan dönemde pek çok görev beklemektedir. Devrimci bir partinin inşası, sendikaların bürokratlardan temizlenmesi, işyeri temelli taban örgütlülüklerinin yaratılması ve acil talepler etrafında örülecek mücadelenin kapitalizmin temellerine yönlendirilmesi aynı sürecin kopmaz parçalarıdırlar.

İşçi sınıfının mücadele tarihinde taban örgütlülükleri olarak işyeri komitelerinin oldukça önemli bir yeri bulunmaktadır. Kuşkusuz içinde bulunulan koşullara ve duruma bağlı olarak, söz konusu komitelerin işlevleri ve yaygınlığı farklılık göstermiştir. İşçi hareketinin canlı olmadığı olağan dönemlerde, kapitalizmin ekonomik krizlerle ya da devrimci ayaklanmalarla sarsıldığı dönemlerde veya işçi sınıfının siyasal iktidarı altında işyeri komitelerinin yaygınlığı ve işlevleri değişecektir. Ancak Türkiye’de işyeri komitelerinin çoğunlukla yanlış bir temelde değerlendirildiğini vurgulamak gerekiyor. Kimi sosyalist çevreler işyeri komitelerini işçi sınıfının iktidar organları olan sovyetlerin yerine geçirmekte, kimileri sendikalara alternatif olarak kabul etmekte, kimileri ise işyerlerindeki parti hücrelerinin bir uzantısı biçiminde görmektedirler.

Kavranması gereken temel husus, işyeri merkezli komitelerin işlevinin somut duruma göre değişmesi ve değiştiği gerçeğidir. Tarihsel deneyimin de gösterdiği gibi, sınıf hareketinin genel bir yükseliş içinde olmadığı olağan dönemlerde işyeri komitelerinin işlevleri esas olarak düzenin çerçevesini aşmayan sendikal mücadele kapsamındaki sorunların (sendikal bürokrasiye karşı mücadele de dahil) ötesine pek geçemez. Yine deneylerin gösterdiği gibi, mücadelenin yükseldiği durum ve dönemlerde ise işyeri komiteleri bu sınırların ötesine geçerek “işçi denetimi” ya da “işçi yönetimi” gibi uygulamaların organları haline gelmeye başlarlar. Bu durum kapitalist mülkiyet ilişkilerinin sorgulanmasını da beraberinde getirir. İşte devrimci durumlar bunun yaygınlık kazandığı dönemlerdir.

Ekonomik kriz gibi işçi sınıfının mücadelesinin yükselmesine zemin hazırlayan dönemlerde, işyeri komitelerinin kurulması çağrısını “işçi denetimi” gibi şiarlar eşliğinde yükseltmek özel bir önem kazanmaktadır. Çünkü böylesi dönemlerde, işçilerin, işyerlerinin kapatılmasına, yığınsal işten çıkarmalara, ücretsiz izne göndermelere, ücretlerin düşürülmesine, sosyal hakların gasp edilmesine karşı tepkisi yükselmekte ve bu sloganların işçiler tarafından sahiplenilmesine uygun nesnel bir ortam oluşmaktadır. İşyerlerinin kapatılmasına direnmek, üretimi sürdürmek, patronların yalanlarını açığa çıkartmak yönünde işçiler arasında oluşan tepkiler aslında tam da bu anlama gelmektedir.

Bürokrasiye karşı mücadelede komitelerin önemi

İçinde bulunduğumuz dönemde, işçi kitlelerinin gelişen tepkisini düzen içi kanallara akıtma rolünü üstlenmiş bulunan bürokrasiye karşı mücadele etmek ve sendikaları savaşkan örgütler haline getirmek daha büyük önem taşımaktadır. Çok açık ki, bürokrasiyi sendikalardan söküp atabilmek için, bu hedef doğrultusunda tabanı seferber etmek gerekiyor. Lakin tabanın tavana müdahale edebilmesi, ancak işyerlerindeki güçlü örgütlülükle mümkündür. Oysa bugünkü durumda işçiler sendikaların sadece pasif üyesi konumundalar ve bunun dışında, işyerlerinde herhangi bir örgütlülükten söz etmek mümkün değildir. İşte işyeri komitelerinin önemi de bu noktada belirginleşmektedir. İşyeri komitelerinin hayat bulmasıyla işçiler üretim alanlarında örgütlü hale gelecektir. Böylesi organların ortaya çıkma süreci ve bunu izleyen dönem, işçileri canlandıracak, kaynaştıracak, müdahale ve mücadele isteklerini kamçılayacaktır.

Tabana yayılmış bir örgütlülük ve sendika görevlilerini geri çağırma ilkesi hayata geçirilmediği müddetçe bürokrasiye karşı vurucu bir mücadele verilemez. Bu nedenledir ki tabanda, örgütlülüğü alabildiğine yaymak gerekiyor. Bunun için mücadelenin ihtiyaçlarına göre çeşitli alt komitelerin örgütlenmesi ve tüm işçilerin aktive edilmesi önem taşımaktadır. Seçen, denetleyen ve istemediği işçi temsilcisini geri çağıran işçiler, işçi demokrasisini işyeri düzeyinde hayata geçirmiş olurlar.

Bürokrasinin belini kırmanın en temel noktalarının başında, hiç kuşku yok ki, tüm süreçlere taban örgütlülüklerinin katılmasının ve müdahale etmesinin sağlanması gelmektedir. Teknik işlerin dışında, işçileri ilgilendiren tüm önemli meselelerde sendikacıların kendi başına buyruk karar almasının önüne geçilmelidir. Örneğin, grev ve direniş yapılması ya da toplu sözleşmenin bağıtlanması söz konusu olduğunda işyeri komiteleri kesinkes sürece müdahil olmalı, işçileri bilgilendirmeli ve gerekli tüm durumlarda işyerlerinde oylamayla karar almalıdır. Oysa mevcut durumlarıyla sendikalar, ne greve çıkarken ne toplu sözleşme görüşmelerini imzalarken ne de miting ve yürüyüş yaparken işçilere soruyorlar. İşçi kitleleri doğrudan kendilerini alâkadar eden süreçlerden dışlanırken, sendika bürokratları mevki ve ayrıcalıklarını, patronlarla ve hükümetlerle olan ilişkilerini ve dengeleri gözeterek kararlar alıyorlar. Genel bir durum olarak, işçiler çıkılan grevden, imzalanan toplu sözleşmeden ya da yapılacak mitingden son gün, sendika bürokrasisinin yukarıdan gelen talimatlarıyla haberdar olmaktadır.

Fakat taban örgütlülüğünü yaratmış ve işyeri merkezli organlarını oluşturmuş işçi kitlelerine sendika bürokrasisi sultasını dayatamaz. Somutlarsak, toplu sözleşme maddeleri oluşturulurken, işyeri komiteleri aracılığıyla işçiler tartışarak ne talep edeceklerini karar altına alırlar. Sendika merkezinin önerdiği istemler de işyeri komitelerinin onayından geçmelidir. Bu hazırlık sonrasında, toplu sözleşme görüşmelerine işyeri komitesi delegeleri de katılmalı ve tüm süreç boyunca işçilere bilgi aktarılmalıdır. Toplu sözleşmenin imzalanmasına ya da rest çekilmesine işçiler, işyerlerinde tartışarak ve oylayarak karar vermelidirler. Kaldı ki, toplu sözleşmenin bağıtlanmasıyla burjuvazi tüm kararlara sessiz sedasız uymayacak ve her fırsatta sözleşmeyi kendi lehine delecektir. Sendikalar konusuna eğilen Komintern, çok doğru olarak, toplu sözleşmelerin esasında burjuvazi ile işçi sınıfı arasında bir ateşkes olduğunu tespit etmiştir. Ateşkes her an bozulabilir; işte işyeri komitelerinin bu dönemlerde önemli görevlerinden biri de, toplu sözleşmenin uygulanıp uygulanmadığını denetlemektir.

Belirtelim ki, burada ortaya konan perspektif asla bir ütopya değildir; işçi sınıfının mücadele tarihi işçi kitlelerinin her düzeyde inisiyatif aldığı deneyimlerle doludur. Çok uzaklara gitmeye gerek yok, 1980 öncesinde DİSK Maden-İş üyesi on binlerce işçi, “tabanın söz ve karar sahibi olması” ilkesinden hareketle işyerlerinde “ünite temsilcileri” ve yanı sıra “toplu sözleşme komiteleri” oluşturmuşlardı. Toplu sözleşme taleplerini ortak oluşturan Maden-İş ve komiteler, patronların, ileri sürülen istemleri kabul etmemesi üzerine greve çıkma kararını da birlikte almışlardı. Meselenin bu boyutu oldukça önemlidir. İşçi kitlelerinin sürece dâhil olması demek, sorumluluk duyması ve yaşanabilecek tüm olumsuzluklara karşı hazırlanması demektir. Toplu sözleşme görüşmeleri sürerken, işçiler bir taraftan da grev hazırlıklarına başlamalı ve olası grev sürecinde çıkabilecek sorunlara karşı önlemler almalıdırlar. Grev çadırından yemeklerin dağıtılmasına, dayanışma ziyaretlerinin nasıl kabul edileceğinden mücadeleyi diğer işçilere taşıma yöntemlerine, sağlık sorunlarının nasıl çözüleceğinden grev kırıcılara karşı ne tip önlemler alınacağına, eğitim toplantılarının hangi günler yapılacağından grev gözcülerinin tespit edilmesine değin her şey önceden planlanmalıdır.

Kabul edilmelidir ki, işyeri komiteleri, yani işçilerin işyerindeki yönetici organı olmadan tüm bu sorunların üstesinden gelinemez. İşyeri/fabrika komitelerinin ve ona bağlı alt komitelerin işlevi böylesi bir süreçte daha bir belirginleşir. “Eğitim” “sağlık”, “kültür”, “basın” ve “dayanışma” gibi alt komitelerin işlevi normal dönemlerde pek anlaşılmayabilir, fakat grev ya da direniş başladığında, söz konusu komitelerin misyonu işçiler tarafından tez zamanda kavranır. Çok açıktır ki, bu tür bir hazırlık sürecinden sonra çıkılan bir grevin başarıya ulaşması kuvvetle muhtemeldir ve işçi sınıfının mücadele tarihi buna şahittir. Buna karşın, son dönemde yaşanan grevler ve patlak veren direnişler bu bağlamda olumsuz örnekler sunmaktadırlar. İşçiler hemen hiçbir hazırlık yapmadan ve grev komitelerini kurmadan direnişe geçmektedirler. Tüm sürece damgasını basan şey, dağınıklık, ne yapacağını bilememe ve zaman ilerledikçe tüm işçileri saran umutsuzluktur. Hazırlıklı olunmadığı için, grev ve direnişler neredeyse tümden etkisiz kalmakta, sendika bürokrasisi işçileri yalnız bırakmakta, grev ve direnişler kendiliğinden sönümlenmektedir. Oysa gerçekten hazırlanılmış bir grev, işçi kitlelerinin gündemine taşınan dayanışma ve mücadele sayesinde, yalnızca ekonomik bir kazanım elde etmekle kalmaz, işçi hareketini sıçratan bir kaldıraca da dönüşebilir.

Toparlayacak olursak, sendikal bürokrasiye karşı savaşım uzun ve meşakkatli bir iştir ve kapitalizme karşı mücadeleden bağımsız düşünülmemelidir. Bürokratların sendikalarda kurdukları harami düzenini yıkmanın tek yolu, işçi kitlelerini tabanda örgütleyerek seferber etmek, bürokrasinin oluşmasına karşı işyeri komiteleri biçiminde mekanizmalar yaratmaktır. Ancak böyle bir mücadele burjuvazinin işçi sınıfı içindeki ajanlarını sendikalardan kovabilir ve yeni bürokratların ortaya çıkmasını engelleyebilir. Ne var ki, sendika yönetimlerine seçilen işçilerin zamanla bürokratlaşmaması ve burjuvaziyle iç içe geçmemesi için başka önlemler de almak gerekiyor: İşyeri temsilcilerinden şube, genel merkez ve konfederasyon yöneticilerine kadar herkes, işçiler tarafından seçimle işbaşına getirilmeli ve seçenlerin her an geri çağırma hakkı olmalıdır. Sendika yöneticilerinin işçilere yabancılaşıp burjuvalaşmaması için, yönetici ücretleri ortalama işçi ücretlerini geçmemelidir. İşçilerden toplanan sendika fonlarının bürokratlar tarafından iç edilmesine ve amaç dışı kullanılmasına asla izin verilmemelidir; sendika fonlarının denetimi ve yönetimi işyeri komiteleri üzerinden işçilere açılmalı, komiteler fonlara dair düzenli olarak işçilere bilgi vermelidirler.

Mücadelenin yükseliş dönemlerinde komiteler

Sınıf mücadelesinin gerilerde seyrettiği dönemlerde işyeri komitelerinin gerekliliğini kavrayan ve onun örgütlenmesi için harekete geçen işçi sayısı son derece azdır. Buna mukabil, sınıf hareketinin yükselişe geçmeye başladığı dönemlerde, komitelerin önemi ve gerekliliği işçi kitleleri arasında daha fazla kabul görür ve onu yaratmak üzere harekete geçenlerin sayısı da artar. Kapitalist krizin faturasının işçi sınıfına kesildiği günümüzde, fabrikaların kapatılmasına ve işten atmalara karşı işçilerin mücadelesinin yükselişi işyeri komiteleri sorununu gündeme getirmektedir. Önümüzdeki dönemde işçi kitleleri bu ihtiyacı daha fazla hissedeceklerdir. Çok açık ki böyle bir dönemde işyeri komitelerinin rolü artacak ve işlevi değişecektir.

Böylesi dönemlerde komitelerin üstesinden gelmek zorunda kalacağı sorunların çapı alabildiğine büyür. Fabrikaların kapatılmasının önüne geçmek, tensikatları ve ücretsiz izine çıkartmaları durdurmak, sendikaların işyerindeki örgütlülüğünü korumak ve bağıtlanan toplusözleşmeleri iptal ettirmemek üzere işçilerin mücadeleye çekilmesi, sevk ve idare edilmesi komitelerin başta gelen görevlerindendir. Krizin faturasını patronlara kesmek üzere harekete geçen işçi kitlelerinin taban örgütlülükleri olan komitelerin bir başka görevi ise, sendikalara basınç bindirmek ve bu örgütleri ülke düzeyinde birleşik bir mücadeleye itmek için tabandan zorlamaktır.

Bu mücadelede tabii olarak, işten atmalara karşı üretimde “işçi denetimi” ve kapatılan işyerlerinde “işçi yönetimi” sloganı kitlelerin gündeminde daha fazla yer alacaktır. Elbette “işçi denetimi” ya da “işçi yönetimi” sloganı işyeri komitelerinden bağımsız düşünülemez; bu isteme sahip çıkacak ve uygulayacak olan işçi sınıfının taban örgütleridir. Bu nedenle krizin faturasının işçi sınıfına kesildiği bir süreçte, işçi kitlelerine “işçi denetimi” için komiteleşme çağrısı yapmak oldukça anlamlıdır. Böylece işçi kitleleri daha ileri düzeyde bir mücadeleye çekilmiş olurlar.

Çok açıktır ki işyeri komiteleri aracılığıyla “işçi denetimi”nin yaygınlaşması, ancak sınıf mücadelesinin keskinleştiği devrimci dönemlerde mümkündür. Bu tür dönemlerde işyeri komiteleri, işten atılmaları durdurmak, çıkartılanlara kapitalistlerin aylık vermesini sağlamak, bir bütün olarak üretimi denetlemek, yani ticari gizliliği kaldırarak muhasebe defterlerini açmak, hammaddeleri, yakıtı, siparişleri, bankalardaki paraları kontrol etmek gibi işlevler yüklenmişlerdir. Fabrikalarda bir bakıma “ikili iktidar” anlamına gelen bu durum işin doğası gereği ilelebet süremez. İşçi denetiminin nereye evrilmek zorunda olduğunu ve bu başarılamadığında nelerin olabileceğini Troçki’nin şu sözleri net bir şekilde açıklıyor: “Üretimin denetimi için bir kere yola çıktıktan sonra, proletarya kaçınılmaz bir şekilde, iktidarın ve üretim araçlarının ele geçirilmesi yönünde hızla ilerleyecektir. Kredi, hammadde, pazar sorunları, denetimi derhal bireysel işletmenin dışına taşıracaktır. … İşçi denetimi rejiminin özünde uzlaşmaz olan çelişkileri, denetimin alanı ve görevleri genişlediği ölçüde keskinleşecek ve dayanılmaz bir hale gelecektir.”[*]Bu çelişki işçi sınıfı lehine ya da aleyhine çözülmek zorundadır. Olumlu çözüm işçi sınıfının politik iktidarı ele geçirmesidir. Diğer olasılık ise ezilme ya da pörsüme yoluyla sürecin geriye dönmesidir.

* * *

Tüm dünyayı saran ekonomik kriz nedeniyle binlerce işçinin kapı önüne konduğu ağır bir saldırı dönemi başlamıştır. Bu saldırılar sessizce sineye çekilmeyecekse işçilerin taban örgütlülüklerini oluşturmaya koyulmaları vazgeçilmez bir zorunluluktur. Bu gereklilik hem sendikalı hem sendikasız işyerleri için eşit ölçüde geçerlidir. Zira sendikaların da mücadeleye atılmaları ve bu yolda zorlanmaları için bu tür taban örgütlülüklerinin büyük önemi bulunmaktadır. İşçiler yalnız ve yalnızca öz güçlerine güvenmeli ve bu temelde hareket etmelidirler. O halde saldırıları göğüslemek ve geri püskürtmek için işyeri komitelerini kurmak ve yaygınlaştırmak üzere mücadeleye!


[*] Troçki, Faşizme Karşı Mücadele, Yazın Yay., s.86-87

Hiç yorum yok: